Kanûnî’nin Gönlünü Fetheden Şeyhülislâm: Ebüssuûd Efendi

  • Adı: Ebüssuûd Mehmed (Muhammed)
  • Doğum: 30 Aralık 1490, İstanbul yakınlarındaki Meteris (Metris-Müderris) Köyü
  • Baba: Muhyiddin Muhammed (Şeyh Yavsî) – Ali Kuşçu’nun yeğeni
  • Anne: Sultan Hatun
  • Görevler: Müderrislik, Bursa/İstanbul Kadılığı, Rumeli Kazaskerliği, Şeyhülislâmlık
  • Vefat: 23 Ağustos 1574, İstanbul Eyüpsultan ilçesinde kendi külliyesinin hazîresine defnedildi.

Kanûnî’nin Satırlarında Gizlenen Dostluk

“ Halde haldaşım, sinde sindaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda yoldaşım Molla Ebüssuûd Efendi Hazretleri…” Kanûnî Sultan Süleyman’ın hasta olduğunu duyduğu bu değerli âlime hitap eden mektubundaki ifadeler, döneminde Ebüssuûd Efendi’nin nasıl bir itibara sahip olduğunun canlı kanıtıdır. Onun, hem devrin padişahının gönlünde bu denli önemli yer edinmesi hem de kendisine “sultânü’l-müfessirîn” unvanı verilmesi, Osmanlı’nın en parlak zamanlarında dinî ve hukukî düşüncenin baş mimarlarından biri olduğuna işaret eder.

Kanûnî, Süleymaniye Camii’nin temel taşını teberrüken Ebüssuûd Efendi’ye attıracak kadar ona hürmet ederdi. Devlet ricaliyle yaşadığı ufak sürtüşmelerde dahi padişahın desteği, onun makamını sağlam tuttu. Zaman zaman nüktedan, yeri geldiğinde ise sert olmayı da iyi bilirdi: Devlet işlerinde çekinmeden söz söylemesi, yükselen saygısının anahtarıydı.

Ali Kuşçu’nun İzinden Gelen Bilgelik

Ebüssuûd Efendi, köklü bir ilim geleneğinin içinde dünyaya geldi. Ailesi, ünlü astronom ve matematikçi Ali Kuşçu ile akrabaydı. Babası, Osmanlı sarayında Sultan II. Bayezid’e yakınlığıyla tanınan ve “Hünkâr Şeyhi” olarak anılan Şeyh Yavsî’ydi. Dedesi Mustafa el-İmâd, ünlü astronom ve matematikçi Ali Kuşçu’nun kardeşiydi. Annesi ise bazı kaynaklara göre Ali Kuşçu’nun yeğeni, bazılarına göre ise doğrudan kızıydı. Bu güçlü miras, Ebüssuûd Efendi’nin ilim yolculuğunu şekillendiren en önemli unsurlardan biri oldu. İlk eğitimini babasından aldı; kelâm, belâgat ve tefsir alanlarında parlayan bir yıldız haline geldi.

Müderrislikten Şeyhülislâmlığa Uzanan Yol

Kariyeri, klasik Osmanlı ulemasının izlediği rotayla başladı: Çankırı ve İnegöl medreselerinde müderrislik, Dâvud Paşa ve Mahmud Paşa derken Bursa’ya uzanan görevler… Ardından İstanbul kadılığı ve nihayet Rumeli kazaskerliği onu devletin en üst dinî makamı olan şeyhülislâmlığa taşıdı. Bu yükselişin ardında yalnızca ilmî ehliyeti değil, dönemin padişahlarıyla kurduğu samimi ve güven dolu ilişki de vardı. Budin’de ilk cuma namazını kıldıracak kadar askerî seferlerde de görev aldı; cephe gerisinde fetvalarıyla orduyu destekledi.

Örnek Bir Hukuk Mimarisi: “Nâmeşrû Olan Nesne Meşrû Olmaz”

Ebüssuûd Efendi, bir yandan dinî hükümlere sadık kalırken diğer yandan örfî hukuku geliştiren cesur hamleleriyle tanınır. Klasik İslâm hukukunun içinden, Osmanlı Devleti’nin karmaşık yapısına uygun çözümler çıkarmayı başardı.

  • Para Vakfı Meselesi: Dönemin önemli tartışmalarından para vakfına “câizdir” fetvasını vererek hem halkın hem de devletin ihtiyaçlarına çözüm üretti. Bu, bazı meslektaşlarının sert eleştirilerini çekse de sonunda kanun haline geldi.
  • Mîrî Arazi ve Vergilendirme: Mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı halka ait olan mîrî toprak sistemini şer‘î hükümlere dayandırdı; tımar ve vergilendirme işleyişinin temel çerçevesini çizdi.

Padişah, gayrimüslim şahitliği veya benzeri konularda “emr-i sultânî” verse bile şeriata aykırılık gördüğünde, “Nâmeşrû olan nesne, emr-i sultânî ile meşrû olmaz,” diyecek kadar izzetliydi.

Tasavvuf: Ne Tam Karşı, Ne De Göz Yuman

Kendisi bir mutasavvıf değildi ama baba ocağında tasavvufî kültüre aşinaydı. “Tarikat ve hakikat şeriatın özüdür,” derken ölçünün daima “Kur’an ve sünnet” olduğunu vurguladı. Şeriata aykırı, fitne uyandıran akımlarla ise uzlaşmaz bir mücadeleye girdi; bu tutumu sebebiyle “bazı şeyhleri idama gönderen” fetvalar da ona mal edilir.

Eyüp’teki Sıcak Miras

Hayatının son demlerinde dahi hayır işlerine devam eden Ebüssuûd Efendi, İstanbul’un Eyüp semtinde bir zâviye, sıbyan mektebi ve sebil yaptırdı. Kendi kabri de işte bu külliyenin hazîresinde bulunuyor. Eyüp Sultan Camii’nin hemen yakınlarında, bugün bile sessizce ziyaretçilere o dönemin asaletini fısıldayan bir duruşu var.

Tefsirdeki İzleri

Osmanlı âlimleri çoğunlukla kısmi tefsir veya seleflerinin eserlerine haşiye yazmakla yetinirken, Ebüssuûd Efendi İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm ilâ mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm adlı kapsamlı tefsiriyle dikkat çekti. Zemahşerî, Beyzâvî, Râzî gibi büyük isimlerden beslendi; ama kendi üslubunu da konuşturarak Osmanlı coğrafyasının yorum geleneğine güçlü bir halka ekledi. Ona “sultânü’l-müfessirîn” denmesi de boşuna değil.

Ebüssuûd Efendinin Biyografik Kronolojisi

  • 896 (17 Safer / 30 Aralık 1490) – İstanbul yakınlarındaki Meteris (Metris-Müderris) köyünde doğdu.
  • 922 (1516) – Yavuz Sultan Selim döneminde Çankırı Medresesi’ne tayin edildi.
  • 926 (1520) – İnegöl İshak Paşa Medresesi’ndeki görevi sona erdi; ertesi yıl Dâvud Paşa Medresesi’nde görev yaptı.
  • 931 (1525) – Vezir Çoban Mustafa Paşa’nın Gebze’de inşa ettirdiği medreseye tayin edildi.
  • 934 (1528) – Sahn-ı Semân’daki “Müftî Medresesi”ne müderris oldu.
  • 935 (1529) – Oğlan Şeyh lakaplı İsmâil Ma‘şûkī, hocası Kemalpaşazâde’nin fetvasıyla idam edildi.
  • 940 (Rebîülâhir / Kasım 1533) – Bursa kadılığından sonra İstanbul kadılığına getirildi.
  • 944 (Rebiülevvel / Ağustos 1537) – Rumeli kazaskerliğine tayin edildi, sefere katıldı.
  • 952 (Şâban / Ekim 1545) – Şeyhülislâm oldu.
  • 957 (1550) – Muhyiddin Karamânî’nin idamı (fetvasını Ebüssuûd Efendi verdi).
  • 970 (1562-63) – Oğlu Ahmed Efendi vefat etti.
  • 971 (1563-64) – Oğlu Mehmed Çelebi vefat etti.
  • 973 (1565) ve 977 (1569) – Ebüssuûd Efendi’ye ait Arapça vakfiyelerin tarihleri.
  • 979 (1572) – İmam Birgivî, para vakfına karşı çıkan es-Seyfü’s-sârim adlı risâleyi kaleme aldı.
  • 5 Cemâziyelevvel 982 (23 Ağustos 1574) – Vefat etti; Eyüp’teki ailesine ait hazîreye defnedildi.
  • 1008 (1599) – En küçük oğlu Mustafa Çelebi vefat etti.
  • 1084 (1673) – Kanunnâme nüshalarının büyük bir kısmına eklenen fermanın tarihi (metinde anılır).

Yirmi sekiz yıl boyunca şeyhülislâmlık koltuğunda oturan, padişahlar ve halk nezdinde büyük saygı gören Ebüssuûd Efendi, aslında Osmanlı’nın fikrî damarını “benim diyen” pek çok ilim erbabından daha çok etkilemiştir. Öyle ki, hem katı ilkeleri hem de pratik zekâsı sayesinde, yüzlerce yıl sonraki okuyucusuna bile “Devlet nasıl yönetilir, hukuk nasıl işler?” sorusunu düşündürebilmektedir.